1.858
Ceza Kanunnamesi.
1.1.Kabulünü gerektiren şartlar.
1839’dan
1876’ya kadar Osmanlı yönetimi tarafından eşitlik vaatlerini hayata
geçirebilmek amacıyla birçok girişim – bazıları istekli, bazıları yarım ağızla,
bazıları da laf olsun diye; bazıları ani, bazıları da diplomatik baskı
sonucunda başlatıldı[1]. Bu
girişimlerden biri de 1858 Ceza Kanunu idi. 1856 yılında ilan edilen Islahat
Fermanınınardından batılaşma haraketlerinin artması Ceza Hukuku alanında da
etkisini göstermiştir[2].
Öyle ki, 28 Şubat 1856’da ilan edilen Islahat Fermanındaki ilkelerin her
dindeki vatandaşlara uygulanacağını öngörünce, batıdan bir ceza kanunun
alınması gerekmiştir[3]. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkan Kırım
Savaşı’na müttefik olarak katılan İngiltere ve Fransa’nın siyasi baskısı
sonucunda bu Ferman ilan edilmiştir. Bu fermanla gayrimüslimlerin hakları
genişletilmiş ve Osmanlı toplumu batı hayatı standartına yaklaştırılmaya
çalışılmıştır[4].
Başka bir ifadeyle Tanzimat Fermanının gayrimüslimler açısından te’yididir[5]. Islahat
Fermanı da tıpkı Tanzimat Fermanı gibi Avrupa’nın iç işlerimize müdahile
etmesini engellemek için ortaya atılmış olup, Tanzimat Fermanından daha bariz
bir şekilde bu fermanın ilanında siyasi mülahazalar ön planda tutulmuştur.
Islahat Fermanının ilan edilmesine etken olan önemli siyasi hadise ise Osmanlı
egemenliğinde bulunan Hristiyanlara ait Kutsal Yerler Meselesidir[6]. Bundan
başka, ibtidai ve eksik, esasları hatalı olan her 2 kanun ile toplum düzenini
korumanın mümkün olmadığı görüldü. Yedi sene yürürlükte kalan Kanunu Cedit
nihayet bazı siyasi sebepler neticesi olarak 1856’da çıkarılan Islahat
Fermanında yazılı bir emrin gereği olarak yeni bir kanun çıkarılarak
yürürlülükten kaldırıldı[7].
Rusların, Osmanlı vatandaşı olan ortodkosların haklarını korumak için yapmaları
muhtemel müdahileyi önlemek düşüncesiyle Sultan Abdulmecit, 18 Şubat 1856
tarihinde batılı devletlerin tavsiyesi üzerine Islahat Fermanını ilan etti. Bu
ferman, özellikle müslüman olmayan tebaanın haklarını arttırmak ve korumak
düşüncesiyle hazırlanmıştır[8].
1274 tarihli kanun da bu konuda fermanda bulunan bir talimat gereğince
çıkarılmıştır[9].
Bütün bunlarla beraber kanunun yayınlanmasında, 1267 tarihli kanunun toplumun
ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olmasının da etkileri olmuştur[10].
Bu konuda bazı yazarların görüşleri vardır[11]. Avrupa Devletlerinin şiddetli baskılarına
dayanamayan Osmanlı Devleti, 1858 tarihli Ceza Kanunu ile, şer’i hukukun
vaz’ettiği cezai hükümleri hukuken değilse bile, fiilen kaldırmak niyyeti ile
haraket etmişdir. Nitekim 260 maddelik bu kanun, brinci maddesinde, İslam
hukukunun ulül-emre bıraktığı tazirin derecelerini ve devlete karşı işlenen
suçların cezalarını düzenlemiş, şahsa karşı işlenen suçların cezaları olan
kısas ve diyet cezaları dışında kalan diğer had cezaları fiilen rafa
kaldırılarak uygulama dışı bırakılmıştır[12]. Tanzimatın
öngördüğü meselelerden biri de Tanzimatın anlayışına uygun yeni kanunlar
hazırlamaktı. Modern bir devlete layık kanunlar olmalıydı bunlar. Özellikle,
sultanların fermanlarının da vaad ettikleri gibi, ırk ve din ayırımı
yapmaksızın Osmanlı İmparatorluğunun bütün yurttaşlarına uygulanabilecek
kanunlar olmalıydı. Örf ve adet hukukundan yakayı sıyırmak; azınlık halklarını
ortak hukuka tabi kılmak amacıyla, adalet konusunda yararlandıkları
ayrıcalıklarının bir bölümünü ellerinden almak; ve son olarak da, İslamın hukuk
ilkelerine saygılı kalarak, bütün cemaatlerin kabullenebileceği yasalar
koymaktı söz konusu olan[13].
Bu bakımdan 1840 ve 1851 yılındaki yasalar gözden geçirilmiş ve yeni yasa
hazırlanıb kabul edilmiştir. 1858 tarihli Ceza Kanunu, başkanlığını Ahmet
Cevdet Paşanın yaptığı ve Meclis-i Ali-i Tanzimatın 8 üyesinden meydana gelen
bir komisyon tarafından hazırlanmış ve 28 Zilhicce 1274 (9 Ağustos 1858)
tarihli irade ile yürürlülüğe girmiştir. Kanun bir mukkadime, üç bab ve 32
fasıl ile 264 maddeden ibarettir[14].
1.2.Sistemi
Bu kanunname, bugünkü hukuk
anlayışına göre kaleme alınmış olan 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunun tercümesi
olduğundan her yönüyle ilk iki kanundan farklı olup bir mukkadime ve üç babtan meydana gelmiştir. Mukaddime 4 fasıla
ayrılmıştır. Birinci bab 16 fasıl, ikinci bab 12 fasıldır. Üçüncü bab ise
kısadır ve fasıllara ayrılmamıştır. Mukaddimede genel hükümler, suçların
taksimi ve cezaların
nevilleri
gösterildikten sonra; birinci babta ammeye karşı, ikinci babta şahıslar
aleyhine, üçünçü babta da kabahetlerle ilgili suçlara yer verilmiştir[15].
Suçlar, “cinayet, cünha ve kabahat” olmak
üzere üçe ayrılmıştır.
Cinayet, korkutucu cezaların
uygulanmasını gerektiren fiilerdir. İdam, teşhirli ömür boyu veya teşhirli
geçici zorla çalıştırma, ömür boyu veya geçici kalabentlik, ömür boyu sürgün,
ömür boyu rütbe ve memuriyetin ve medeni hakların yitirilmesi, korkutucu
cezalar olarak kabul edilmektedir.
Cünha, ıslah edici cezaların
uygulanmasını gerektiren fiilerdir. Bu tür cezalar, bir haftadan üç yıla kadar
hapis, geçici sürgün, memuriyetten çıkarma ve para cezasıdır. Kabahatlar ise,
uyarıcı cezaları gerektiren fiilerdir. Kabahatlere özgü cezalar. 24 saaten iki
haftaya kadar hapis ve yüz kuruşa kadar para cezasıdır. Bunlardan başka “zaptiye
nezareti altında bulunmak” cezası da kanunda yer almaktadır[16].
Zaptiye nezareti altında bulundurulma, kanuni mahcuriyet te mütemmim veya fer’i
birer ceza olarak mevcuttur[17].
1274 tarihli Ceza Kanunname-i
Humayun’u Osmanlı Devletinde uzun yıllar yürürlükte kalmış bir kanundur.
Hazırlanışı ve yürürlülüğe girişinde olduğu gibi, zaman içinde geçiridği
değişikliklerle de dikkati çekmektedir. İkinci Meşrutiyet dönemine kadar süren
52 yıllık dönemde 19 irade-i seniyye ile kanunun 15 maddesi değiştirilmiş, 26
maddesine ise ilaveler yapılmıştır. İkinci Meşrutiyet’ten sonra yapılan
değişikliklerle beraber, kanunun toplam 101 maddesi değiştirilmiş, bir madde
eklenmiş, bir fasılına ve bir babına ilave yapılmıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından da bu kanunda, biri oldukça kapsamlı dört değişiklik
yapılmıştır[18].
1.3 Özellikleri.
Hem kaynakları ve şer’i hükümlerle
olan münasibeti, hem de tatbik şekli ile alakalı en çok tartışmaya yol açan
Kanun, bu ceza Kanunudur[19].
1858 Ceza Kanunu, şer’i hükümleri temel alan 1256 ve 1267 tarihli ceza
kanunlarının aksine, laik hükümlere dayanmaktaydı. Fakat, bazı dini hükümler
eklenmek süretiyle İslam ve Batı hukuku ikiliği korunmuştu[20].
Kanunun ilk maddesinde, bu yasanın İslam hukukuna aykırı olmadığı ve tazirin
derecelerini göstermek üzere hazırlandığı ve dolayısıyla İslam hukuku
kurallarıyla birlikte uygulanacağı belirtilmiştir[21].
Kanunun birinci maddesi, ulaştığı hukuk anlayışını göstermesi bakımından
oldukça ilginçtir. Buna göre, doğrudan doğruya hükumet aleyhine işlenen suçları
cezalandırmak hakkının devlette olduğu belirtilerken, şahıslara karşı işlenen
suçların da genel asayişi bozduğundan devlet tarafından cezalandırılacağı ifade
edilmektedir. Bu cezalandırma, savcının açacağı kamu davası ile olacaktır[22].
Kanunun 1.maddesi dolayısıyla Ceza
Kanunu gerğince nizamiye mahkemelerince yargılanarak kanunun gösterdiği
cezalarla cezalandırılan mahkumun, ikinci bir defa şeri’ye mahkemesince İslam
hukuku kaidelerine göre mühakimesi gerekmektde idi[23]. Hatta
yasanın 171.maddesi “Hükmü kanuni hukuki şahsiyeyi iskat edemeyeceğinden
maktulün veresei var ise onların iddiaları üzerine hukuku şahsiye davası muhakeme-i
şeriyeye havale olunur” demekle doğrudan doğruya Şeriye mahkemsine başvurmaya
olanak tanımıştı[24].
Her ne kadar kanunun 171, 172, 177 ve 180.maddelerinin ilk şekillerinde “hukuku
şahsiye davası ile “kısas” ve diyet ’ten bahsedilmiş ise de, bunların haricinde
kalan bütün hükümler tamamiyle laik ve nizami mahkemlerce tatbik edilecek
hükümlerdir”. Şahsi hak kabilinden olan kısas ve diyet davalarının rüyeti –
alakadarların talebi üzerine – şeriye mahkemelerinin vazifeleri dahilinde
bırakılmıştır. Bu süretle kaza birliği temin edilemiyerek ayni zamanda şer’i
hükümlerin mer’iyette ipkası her nekadar birçok müşkülatı ve mahzurları mucip
olmuş ise de, belki o zaman için başka türlü harekte imkan tanınmaıştır[25] .
1858.yıl Ceza Kanunnamesi ile
ilgili olan önemli özelliklerden biri de onun 1810 tarihli Fransız Ceza
Kanunundan tercüme veya iktibas edilmesi ile bağlı olan görüşdür. Doktirinde
bununla ilgili olarak kabul edilmiş ortak görüş yoktur. Örneğin bazı yazarlar
bu kanunun 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunun hemen hemen aynen tercümesi
olduğunu söyleyirler[26].
1810 tarihli Fransız Ceza Kanununun hatalar içeren bir tercümesi olduğu gibi,
tamamen bu kanuna dayandığını söyleyen hukukçular olduğu gibi, İslam hukukuna
açıkça aykırı hükümler içermeyecek nitelikte bir kanun olduğunu ileri süren
hukukçular da vardır[27]. Kaynakaları bölümünde bunu açıklık
getireceğiz.
1.4.Kaynakları
Bir
kanunun mahiyetini gösteren en önemli materya, o kanunun kendisi, esbab-ı
mucibesi ve de kanun tasarısını hazırlayan komisyonun mazbatasıdır[28]. Mazbataya
göre, bu kanununun temel kaynakaları arasında (mazbatada eczay-ı asliyesi denmektedir)
şunlar bulunmaktadır:
1.Rüşvet
ve zimmet suçları hususunda daha önce 1271/1855 tarihinde hazırlanan 30
maddelik Men’i irtikab Kanunnamesi bazı ıslah ve tashihlerle aynen alınmıştır.
1858 tarihli Ceza Kanunnamesinın KomisyonMazbatasından anlaşıldığı gibi Men-i
İrtikab Kanunnamesinin ihtiva ettiği (31 madde) maddeler memleketin
güvenliğinin esasıdır ve daha önceki irade-i seniyyeye iktrian ederek
yürürlülüğe girmiştir. Bu sebeple gerekçe zikrine de gerek kalmadan, söz konusu
“ Kanunnamenin bazı bentleri ıslah ve tashih ile” yeni Ceza Kanunnamesine aynen
yerleştirilmiştir. Yani 260 küsür maddenin 30 küsür maddesi bu Kanunnameden
alınmıştır[29].
2.Men-i
İrtikab Kanunnaemsinin Esbab-ı Mucibe Mazbatası ve 1274/1840 ve 1267/1581
tarihli Kanunun mazbatası son ceza kanunun hazırlanmasında bunlardan da
yararlandığını göstermektedir. Kanunnamedeki bazı ifadeler yeni ceza
kanunnamesinin de İslam hukukuna muvafık olduğunu göstermektedir[30]
3.Kanunun
tasarısı hazırlandıktan sonra, Layihanın Şeyhü’l İslamlığa gönderildiği ve bu
makamın teklif ettiği ilavelerin yapıldığı da zikredilmektedir[31],[32]..
4.Batı
kanunları. Belirtmek gerekir ki, bu kanun hazırlanılırken Batı ülkelerindeki kanunlardan
istifade edilmiştir. Bu husus hazırlık komisyonunda bulunan Ahmet Cevdet Paşa
tarafından bizzat belirtilmektedir[33].
Kanunun kaynakalrı sırasında 1810
Fransız Ceza Kanunun olduğunu da göstere biliriz. Cevdet Paşanın, Tezakir’de, “(o)l
vakit Meclisce elde ceza kanun-namesi müsevvedesi olup takım anı tashih ile
fasıl fasıl havas-ı vükela huzurunda kıraat ile kabul olundukça tebyize
virirdim” şeklindeki ifadelerden, üzerinde çalışılan metnin Fransız kanunu
olduğu sonucun çıkarmaktayız[34].
Ama burada söylemek gerekir ki, bu kanunu tam olarak Fransız Ceza Kanunun
tercümesi olarak göstermek doğru olmazdı. Bir defa Fransız Ceza Kanunu 484
maddedir. Osmanlı Ceza Kanunu ise 264 maddedir. Ayrıca bu kanuna, İslam
Hukukuna ve Osmanlı uygulamasına uygunluk açısından bazı maddelerin de
eklendiğini dikkate alırsak Osmanlı Ceza Kanunun mehaz kanuna daha yakın
sayıda, hatta daha fazla madde içeriyor olması geregiyordu ve arada 220
maddelik bir fark olmazdı. Ayrıca diğer kanunlarla birlikte 1858 Osmanlı Ceza
Kanununu da Fransızcaya tercüme eden ve Fransız Ceza Kanunundan da alınan
maddeleri de gösteren George Youngın tespitlerini, esas alırsak, Osmanlı Ceza
Kanununda sadece 126 madde alıntı yapılmıştır. Buna göre, Osmanlı Ceza Kanunu
maddelerinin büyük bir kısmı Fransız Ceza Kanunundan farklı kaynakalara
dayanmaktadır[35]. Kanunun bazı bölümlerinin çok büyük ölçüde
Fransız kanunundan alındığı gerçeğine rağmen, hazırlanan müsvedde metin
üzerinde çalışıldığı, çok değişik görüşlerin alındığı ve değerlendirildiği
görülmektedir[36].
2.Suçlar
Tazir suçalrını cinayet, cünha ve
kabaht diye üçe ayıran 1858 tarihli Kanun, giriş kısmında suçların nevileri,
genel esaslar ve ceza çeşitleri üzerinde durmuştur(m.1-47). Birinci babda
cinayet ve cünha ile ilgili cezaları düzenlenmiştir. Birinci babda, kamu
aleyhine işlenen cinayet ve cünha ile bunların cezaları belirtilmektedir. Bu
bab 16 fasıldan ibarettir[37]. İkinci
babda, şahsa karşı işlenen suçlara verilecek tazir cezaları düzenlenmiştir ve
on iki fasıldan ibarettir. Üçüncü babda
ise, çevre sağlığı ve zabıta suçları tanizm edilmiştir[38].
Öyle ki, 254.maddeden 264.maddeye kadar olup fasıllara ayrılmamıştır. Bu bab,
muhafaza ve temizlik işlerine ve zabıtaya aykırı haraket eden şahıslara
verilecek cezaları açıklamaktadır[39]. Ceza
Knaunname-i Hümayunu hazırlanırken de İslam Hukuku hükümleriyle telif yolları
aranmıştır. Bu hususta kanunun 1.maddesi açık bir fikir vermektedir. Suçların
geleneksel ayrıına atıf yapan maddede, doğrudan devlet aleyhine vuku bulan
suçlarda cezalandırma yetkisi devlete ait olduğu gibi, kişiler aleyhine işlenen
suçların genel asayişi de ihlal etmeleri sebebiyle devletin cezalandırma
yetkisi içinde bulunduğu ifade edilmekte, bu hususlarda tazir cezalarının
derecelerini tayin etmek üzere kanunun hazırlandığı belirtilmektedir[40]. 1858
tarihli Ceza Kanunlarında 1840 ve 1851 tarihli Ceza Kanunlarından alınmış
suçlarla beraber Avrupa özellikle de Fransa Ceza Kanunundan alınmış yeni suçlarla karşılaşmak mümkündür.
2.1. 1840 ve 1851
tarihli Ceza Kanunlarından alınan ve aynen muhafıza edilen suçlar.
1.Belgelerde
sahteçilik suçları - Osmanlı İmparatorluğu döneminde genel manada İslam
hukukuna ilişkin kurallar uygulanmış, yeni düzenlemelere yer verilmemiştir.
Belgelerde sahteçilik suçlarına ilişkin ilk düzenleme 1256(Hicri)tarihli
Kanun-ı Ceza’da yer almaktadır. 1267(Hicri) tarihli Kanunu Cedit’te, Faslı
Sani’de(12.madde) belgede sahteçilik suç sayılmıştır. 1274(Hicri) tarihli Ceza
Kanunname-i Hümayununun 15.faslında Sahtekarlık suçları düzenlenmiştir[41].
1858 Ceza Yasası, gerek mürür tezkerelerinde, gerekse pasaportlarda sahteliğe
ilişkin özel hükümler getirmiştir[42].
2.Hürriyeti
tehdit suçu - Tanzimat dönemi incelendiğinde hürriyeti tehdit suçuna ilişkin
olarak 1256(1840) tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunun on ikinci faslının
2.maddesinde “ badel-muhakeme sabit olmayınca hiç kimsenin bila mucip habis ve
nef’inin katiyen caiz olmayacağı” yönünde bir hükme rastlanmaktdaır. Ancak asıl
düzenleme, 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunun tercümesini teşkil eden 1274(1858)
tarihli Ceza Kanununame-i Humayununda yer almaktadır. Bu kanunun “Eşhas
Hakkında Vuku Bulan Cinayet ve Cünhalarla Mücazat-ı Müterettibeleri” olan
2.babın Hilaf-ı Usul Hapis ve Tevkif-i Eşhas ve Sabi (mümeyiz olmayan küçük) ve
Murahık (mümeyyiz küçük) Sirkatı ve Kız Kaçırmak Fezahatı başlığını taşıyan
dördüncü fasılın 203 ve devamı maddelerinde bu suç düzenlenmiştir[43].
Bu maddeye göre, hülümetin emri olmaksızın ve kanun ve nizamaların tayin ettiği
usuller dışında bir şahıs hapis ve tevkif eden veya rehin alan kimsenin
cezalandırılmasını öngörmüştür. Bununla beraber, hapis ve tevkif olunan veya
rehin alınan kimsenin saklanması için bilerek yer gösteren kimsenin de
cezalandırılacağını belirtmiştir[44].
Bu hükümler 765 sayılı TCK’nın kabülüne kadar yürürlükte kalmıştır.
3.Zina
suçu – Tanzimatın ilk yıllarında düzenlenen 1840 ve 1851 tarihli Ceza Kanunları
zina suçunun cezasını içermiyordu. Fransız Ceza Kanunun bazı yerleri aynen
türkçeye çevrilerek yeni Ceza Kanununa aktarılmış, bazı yerleri de şer’i hukuka
göre düzenlenmiştir. Fakat ne mehaz kanunun, ne de beşeri hukukun zina suçu ile
ilgili hükümleri yeni kanuna alınmıştır. Kanun yürürlülüğe girdikten iki yıl
sonra 1860 yılında Kanunun ikinci babının “betk-i ırz edenlerin mücazatı”
başlığını taşıyan üçüncü faslına zina suçunun cezası ilave edilmiştir[45].
1858 tarihli Ceza Kanunun 197 ile 198-ci maddelerinde zina suçuna ilişkin
düzenlemeler vardı[46].
3.Hırsızlık
suçu, İslam Hukunun kaynağını oluşturan Ku’ran-ı Kerimin beşinci suresinin
(Maide suresi) otuz sekkizinci ayetinde hırsızlık fiilini kadınlar ve erkekler
için men etmekte ve suçu işlemleri halinde, faillerine had cezasını
uygulanmasını emretmekdedir[47].
Bu bakımdan bu tanımlama Osmanlı Ceza Kanunnameleri açısından da geçerlidir.
Özellilkle suçun tanımı ve unsuru olarak kabul edilen hususlar Osmanlı
hukukunda da geçerlilik göstermiştir[48].
4.Rüşvet
suçu - Tanzimat Fermanına dayanılarak çıkarılan 1256(1840) tarihli Ceza
Kanunnamesinde rüşvet suçu düzenlense de tanımı verilmemiştir. 1267(1851)
tarihli Ceza Kanununda da 1840 tarihli Ceza Kanundaki hükümlere benzer hükümler
yer almıştır. 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunun tercümesi olarak meydana
getirilen 1274(1858) tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunun 1’inci babının 3’üncü
faslı rüşvet suçalarına ayrılmıştır. Kanunun 67’nci maddesinde rüşvet
tanımlanmış ve rüşvet suçunun tamamlanması için rüşvetin alınıp verilmesi
gerektiği belirtilmiştir[49].
Bundan önce de, 1274 tarihli Men-i İrtikap Kanunnamesi de rüşvet, irtikap ve ve
hediye meseleleriyle ilgili önemli meseleleri düzenleyirdi. Bu kanunnamede
irtikap suçları ikiye ayrılmış olup, birincsine rüşvet, ikincisine ise mali
devleti sirkat yani devlet mallarının çalınması (zimmet) denilmiştir[50].
5.Konut
dokunulmazlığı suçu - 1840(1256) tarihli Osmanlı Ceza Kanunu ile 1851(1267)
tarihli Osmanlı Ceza Kanunu’nda konut dokunulmazlığını ihlal suçu yer
almamıştır; kişinin konutu, yalnızca mülkiyyet hakkına saldırıya karşı ceza
hukuku korumasına alınmıştır[51].
1858 tarihinde kabul edilen yeni Ceza Kanununda ise konut dokunulmazlığına yer
verilmiştir. 1858 tarihli Ceza Kanunun 105.maddesine göre, bir memur, mülki,
askeri kanunlar ile zabıta yönetmeliğinin verdiği yetkinin dışında ve bu
kanunlar ile yönetmeliğin öngördüğü usulden başka olarak memuriyet sıfatını
kullanarak bir kimsenin konutuna zorla girse altı aydan üç yıla kadar
hapsolunur[52].
6.İşkence
suçu – İslamiyetten önceki Türk devletlerinde işkenceye yer verilmediği gibi;
işkencenin İslam hukukunda hukukileşmemesi nedeniyle, İslamiyeti benimsememiş
Türk devletlerinde ve bu arada Osmanlı Devletinde, Avrupanın aksine hukuki
olarak işkencenin bulunmadığını söylemek mümkündür[53].
Ama 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayu’nun 103.maddesiyle sanıklara suçunu
söyletmek için işkence yapılması suç sayılmış ve yaptırıma bağlanmıştır[54].
103.maddeye göre, devlet memurlarından biri sanığa, suçunu söyletmek için
eziyet ve işkence yapılmasını emreder ya da bunu bizzat uygularsa, seçıci
olarak kalebentlik ve ömürboyu memuriyetten uzaklaştırma cezasiyla
cezalandırılır. İşkence gören kişi bundan zarar görerse, bu cezalara ek olarak
adam öldürme ya da yaralama suçlarının cezası da verilir[55].
7.İftira
suçu – Tanzimatdan önceki dönemde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde çıkarılan
kanunnamelerde iftiranın suç olarak cezalandırdılığını görüyoruz. Sultan
Abdulmecit Döneminde çıkarılan 1256(1840) tarihli Ceza Kanunnamesinin üçüncü
fasılında iftira cürümüne yer verilmiştir. Bu suça 1851 tarihindeki Kanun-u
Cedid’de de rastlanmaktadır. Ancak her iki kanununda daraltıcı kapsamda idi. 28
Zilhicce 1274 (9 Ağustos 1858) tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunun ilk şeklinde
de, iftira suçuna ilişkin bir hüküme rastlanmaktadır. Ancak burada da bu suç
kapsamlı şekilde ele alınmamıştır. Bu kanunun, 213’üncü maddesinde yapılan
değişiklikle, iftira suçuna ilişkin kapsamlı bir düzenlemeye gidilmiştir[56].
8.Coçuk
düşürme suçu – Osmanlı Devletinde, Tanzimat dönemi Ceza Knaunlarında ve bu
arada 1274 (1858) tarihli Ceza Kanunnam-i Humayununda yeni doğmuş çocuğu
öldürme suçu ile ilgili özel bir hükme yer verilmiş değildi. Bunun nedeni,
gerek İslam Hukukunda, gerekse 1274 tarihli Kanunun mehazi olan 1810 tarihli
Fransız Ceza Kanununda, çoçuk öldürmenin kasden adam öldürme hükümlerine tabi
tutulması, yani yeni doğmuş çoçuğu öldürme suçu ile ilgili hafif cezayı öngören
imtiyazlı özel bir düzenleme bulunmamasıydı[57].
Ama kanunun 192 ile 193.madde çoçuk düşürmeden söz etmekdedir[58].
8.İsyan
suçu – Tanzimatan sonra çıkarılan üç ceza kanunnamesinden ilk ikisi
incelendiğinde aslında önceki dönemden pek farklı biz düzenlemeyle
karşılaşmamaktadır. Zira her iki kanunnamede de bizatihi isyan suçu ele
alınmamıştır. 1256/1840 ve 1267/1851 tarihli Ceza Kaununnamelerinin kişi
dokunulmazlığını düzenleyen bir maddesinde üstü kapalı olarak isyan suçunaa
değinilmiştir[59].
1810 tarihli Fransız Ceza Kanunundan büyük oranda etkilenen 1274/1858 tarihli
Ceza Kanunnaem-i Hümayunu’nda ise isyan suçuyla ilgili daha ayrıntılı bir düzenleme
yapılmıştır. Buna göre isyana tahrik ve toplu olarak isyana katılmaksuçları
kanunda özel olarak ifadesini bulmuştur,[60].
9.Fuhuşa
teşvik suçu - 1274 tarihli Ceza Kanunun 201.maddesinde değişik esaslar içinde
fuhuşa teşvik cürümü cezalandırılmakta ve mehazı olan Fransıız Ceza Kanunun’dan
birçok yerde ayrılmış bulunmaktaydı. Kanun yürürlükte olan iken 1925 yılında
bumadded 1889 İtalyan Ceza Kanunun etkisinde kalınarak değiştirldi. 1926 Ceza
Kanunumuz kabul edilerkeneski kanunun 201.maddesi yine bazı değişikliklere tabi
tutularak 435 ve 436.maddeler olarak yürürlükte bulunan kanununumza girdi[61].
10.Hakaret
ve sövme suçlar ı- 1274 tarihli “Ceza Kanunname-i Hümayunu” 214.maddesinde
hakaret ve sövme suçlarından bahsetmekde idi. 28 Nisan 1330 ve 15 Cemaziülahür
1332’de iki defa değiştirilen bu madde “zem” adını verdiği hakaret suçunun
vücud bulabilmesi için “bir cürmü mahsus tayiniyle veyahut cürüm teşkil
etmeyecek bir maddei mahsusa beyanıyla” şerefe tecavüz edilmesini bir unsur
saydığı gibi; dört bent halinde ayrıntılı biçimde belirttiği ihtilat ve
aleniyeti de bir şart saymışdır. 214.maddenin ‘kadih’ adını verdiği sövme suçu
ise “bir maddei mahsusa” tayin edilmeksizin şerefe tecavüzü ifade eder ve suçun
cezalandırılması ihtilat ve aleniyetin varlığına bağlı bulunur[62].
3.Cezalar.
3.1.Cezaların sistemi
Tanzimat dönemindeki kanunlaştırma
hareketlerine, 1840(1256) yılında çıkarılan ceza kanunu ile başlanmıştır. Suç
ve cezalarda yasallık (kanunilik) ilkesiyle bağdaşmayan ‘tazir suç ve
cezaları’nın yolaçtığı güvensizlik ortamı giderilmeden yapılacak yenileşme
hareketlerinin olumlu bir sonuç vermeyeceği, Fermanda açıkça belirtilmiştir. Bu
nedenle Tanzimat döneminde çıkarılan ilk yasa, ceza hukuku alanında olmuştur.
Daha sonra kabul edilen 1851(1267) ve 1858(1274) tarihli ceza kanunları ile,
ta’zir sistemi yerine, yeni bir ceza hukuku sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır[63].
1274 tarihli kanundaki cezalar
asli, fer’i ve mütemmim olarak da ayrımlara tabi tutulmuştur. Asli ceza cürümün
karşılığı olan elem ve azaptır. Fer’i ceza asli cezanın gayesinin neticesi
olup, kamu menfaatini tekit edip tekrarı önler. Mütemmim cezalar ise asli
cezaya ilaveten hakimin hükmetmek zorunda olduğu cezalardır. Bu cezaya örnel
vermek gerekirse memuriyetten müebbeden veya muvakkatan tard cezasıdır[64].
Kanunda had cezalarıyla ilgili
olduğu düşünülecek düzenlemeler de görülmektedir. Kanunun 62 ve 63.maddelerinde
yol kesme suçu, 82 ve84.maddelerle, 216-230.maddelerde de sirkat suçu
düzenlenmektedir. 82 ve 84.maddelerde
düzenlenen sirkatt, devlet malını konu etmekdedir, dolaysıyla had cezasını
değil, taziri gerektiren bir suçtur. Kanunda tayin edilen cezalara riayet
edilmesi, başka ceza verilmemesi hususuna dikkat çeken yazıda ‘….hadd-i şer’i
lazımgelen ashabı töhmetten maadasının darp edilmeyip ber muceb-i kanun-i ceza
pranga ve haps ile mücazat olunmaları emredilmektedir. 1274 tarihli kanun
döneminde, kısasla ilgili uygulamalara sıkça rastlanırken, had cezalarıyla
ilgili belgeler nadiren rastlanmkatdır[65].
1858
tarihli Ceza Kanununda cezaları iki kategori altında göstere biliriz:
1.
1274 tarihli kanunda Fransız Ceza Kanunndan gelen cezalar şunlardır:
1.idam
2.kürek
3.kalebentlik
4.nef’i
5.hapis
6.para
cezası
7.rütbe
ve memuriyetten tard
8.hukuku
medeniyetten ıskat
9.memuriyetten
tard
10.teşhir
ve ilan[66]
2.İslam
hukukundan gelen cezalar;
Şahsi
haklarla ilgil cezalar
1.kısas
2.diyet
1858
tarihli Ceza Kanundaki Cezaları aşağıdaki sistematik şeklinde göstere biliriz:
1. İnsan
bedenine ilişkin cezalar
a) İdam
Cezası
2. Şahsın
hürriyetine ilişkin cezalar
a)Kürek
cezası
b)Kalebentlik
cezası
c)hapis
cezası
3.
Hürriyeti kısıtlayan cezalar
a)nef’i cezası
b)zaptiye nezareti altında
bulundurma
4.
Mala ilişkin cezalar
a)Para cezası
b)Müsadire cezası
c)Ticaretten men cezası
5.
Medeni hakların kullanımına ilişkin cezalar
a)müebbetten rütbe ve memuriyetten
mahrumiyet cezası
b)memuriyetten tard cezası
c)hukuku medeniyeden ıskat
6.
Şahısların haysiyetine ilişkin cezalar
a)teşhir
b)ilan
3.2. Cezaların özelliği
1.İdam cezası – 1810 tarihli
Fransız Ceza Yasasının kısmi çevrisi olan 1858 tarihli Ceza Kanunu, idam
cezasını hangi durumlarda verilebileceğini ayrıntılarıyla düzenlemiştir. Buna
göre ancak devletin iç ve dış güvenliği tehlikeye düşüren casusluk, savaşta düşman
tarafa geçme, isyan, silahlı örgüt kurma gibi bazı suçlarda ve tasarlayarak
adam öldürme suçunda idam cezası verilir. Bunun dışında idam cezası olan tek
suç kundaklıktır[67].
İdam cezası, Osmanlı Devletinde hem şer’i hukuk icabı (kısas, siyaseten katl)
hem de örfi hukuk gereği uygulanmıştır. 1274 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunun
16.maddesinde beyan edilen ve batı kanunlarıyla gelen idam cezasıdır. Mahkeme
tarafından verilen idam cezası temyiz mahkemesince tasdik edildikten sonra
durum padişaha bildirilir. Padişah bu suçu, kanunun 47.maddesinde belirtildiği
üzere bir başka cezaya çevirebilir veya bu hükmün icrasını lüzumlu göre bilir.
Şayet padişahın iardesi hükmün icrasına yönelik ise hüküm infaz edilir[68].
2.Para Cezası – 1840 ve 1851 Ceza Kanunlarında
diyet dışında para cezası mevcut değildir. Hatta 1851 Ceza Kanunnamesinin
Üçüncü Faslının 10.maddesinde cerime maddesi külliyen memnu olduğundan buna
cesaret eden eşbas hakkında dahi mürteşi hakkında mukarer olan ceza kamilen
icra kılına ifadesiyle açıkça yasaklanmıştır[69] .
Para cezası – Bu ceza, Fatih kanunnamesinde, Sultan Süleymanın kanunnamelerinde
görülmesine rağmen Tanzimat döneminin ilk iki kanunlarında yoktur. 1274 tarihli
kanunda ise 10,11,37 ve 39.maddelerinde düzenlenmiştir. Diğer kanunlarda diyet
cezası mevcut idi. Bu ceza bazen asli, bazen feri, bazen de mütemmimdir[70].
3.Kalebentlik Cezası - Bu ceza
sadece 1274 tarihli kanunda mevcuttur. Kalebentlik devletçe tayin olunan
kalelerin birinde hapis olarak kalmaktır. Muvakkat olduğunda üç yıldan beş
yıla, müebbet olduğunda ise ölünceye kadar devam ettiği görülmektedir[71].
Kalebentlik cezasını gerektiren bir suça hükümlü, devletçe tayin olunan yerlere
gönderilirdi. Bu yerler etraf kale sularıyla çevrilmiş emniyetli yerlerdi.
Kalebentlik cezasının masraf olunmaması için ceza en yakın yerlerde infaz
edilirdi. Kaleden dışarı firar etmemek kaydıyla, bu cezaya çarptırılan kimse,
kale içerisinde özgür bir kimsenin sahip olduğu hakların hemen-hemen tamına
sahipti[72].
4.Hapis cezası – Tanzimat döneminin
ilk ceza yasası olan 1840 tarihli Ceza Kanununa göre, yargılama kesinleşmedikçe
hiç kimsenin hapis ya da sürgün edilemeyeceğini belirtmişti. 1858 tarihli Ceza
Kanunu da kişi güvenliğinin çiğnenmesini yaptırıma bağlamıştır. Ancak bu yasa
resmi görevlilerin ihlallerine karşı bir güvence sağlamamaktaydı[73].
Hapis cezası – her üç kanunda da bu cezadan bahsedilmiştir. Ancak 1256 ve 1267
tarihli kanunlardan farklı olarak, 1274 tarihli ceza kanununda verilen
müeyyideler İslam ceza hukukuna göre hükmedilen müeyyideler değil, Fransız Ceza
Kanuna uygun olarak uygulanırdı. Hapis cezasının asgari ücreti 24 saat, azami
haddi 3 sene idi. Fransız Ceza Kanunda
ise, kabahatler için 24 saatten 1 haftaya kadar, cünhalar için ise bir haftadan
ziyade olarak belirtilmiştir[74].
5.Zaptiye Nezareti Altında
bulundurma - Sadece, 1274 tarihli kanunda vardır ve fer’i ya da mütemmim olarak
hükmedilebilir. Tek başına işlenmiş olabileceği gibi, devletin dahilen ve
haricen asayişini ihlal edecek nitelikte cünha ve cinayet işlemiş olanlar
hakkında asıl cezanın infazının ömür boyu bu cezaya hükmedile bilmektedir.
Cezanın amacı tekrar suç işlemelerini önlemektir[75].
Bu cezaya çarptırılan şahıs devletçe ikametten men olduğu yerlerde kalamazdı.
Ancak asli cezasını tamamlayan şahıs, devletin yasakladığı yerlerin de dışında
herhangi bir köy, kasaba veya şehri kendine ikametgah tayin ede bilir ve oraya
ulaşıncaya kadar istediği şehir veya köye uğrayabilirdi[76].
6.İlan- Bu ceza 1274 tarihli
kanunda mevcuttur. 33.maddeye göre, genel olarak cinayet türünden bir suçla
mahkum olan suçluların, mahkumiyet özeliklerinin mahkemenin bulunduğu eyalet
merkezinde, cinayetin meydana geldiği yerde, ilanın icra edileceği yerde ve
mücrimin sakin olduğu yerde ilan edilmesidir[77].
İlan Cezası 1858 Ceza Kanuna Fransız Ceza Kanunundan gelmiş olan bir cezadır.
[1] Roderic.H.Davison, Osmanlı-Türk
Tarihi, Çev.Mehmet Moralı, İstanbul, Alkım Yayınevi, 2004, s.170
[2] Nur Centel, Hamide
Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna
Giriş, İstanbul, Beta Yayınları, 6.bs, 2010, s.34
[3] Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Seçkin
Yayıncılık, 2006, 4.bs, s.94
[4] Mehmet Emin Artuk ve
diğerleri, Ceza Hukuku Özel Hükmler,
2.bs, Ankara, Turhan Kitabevi, 2006, s.114
[5] 150.yılında Tanzimat, Ed.Dursun
Yılmaz, Ankara, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu ve
Yayınları, 1992, s.18
[6] Önder Kaya, Tanzimat’tan Lozana
Azınlıklar, İstanbul, Yeditepe Yayınevi, 2004, s.82
[7] Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, İstanbul,
Beta Yayınevi, 1991, s.77
[8] Ahmet Gökçen, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve
Bu Kanunlardaki Ceza Müeyyideleri, İstanbul, y.y, 1989, s.13
[9] “ Mücazat ve ticaret
kanunları ile muhtelit divanlarda icra olunacak usul ve nizamat ve müraffat
mümkün mertebe sür’atle ikmal olunarak ve zabt ve tedvin kılınarak Memalik-i
Mahrusai Şahnemede müsta’mel olan elsine-i muhtelifeye tercüme ile neşir ve
ilan olunması ve hukuk-i insaniyeyi hukukı adeletle tevkif etmek için mazanna-i
su’olanların yahut te’dibat-ı cezaiyeye müstehak bulunanların hapis ve
tevkiflerine mahsus olan kaffei meclis ve mahalli sairede usuli hapsiyenin
mümkün mertebe müddet-i kalile zarfında islahına mübaşeret olunması ve herhalde
hapishanelerde bile canib-isaltanatı seniyemeden vaz kılınan nizamatı
inzibatiyeye muvafık olan muamelattan maada hiçbir güna mücazatı cismaniye ve
eziyet ve işkenceye müşbabih kaffe-i muamelat dahi kamilen lağv ve iptal
kılınması ve bunun hilafında vuku bulacak harekat-ı şedidin men ve
zecrolunacağından maada bunun icrasını emreden memurin ile bilfiil icra eyleyen
kesanın dahi ceza kanunnamesi iktizasınca tekdir ve tedip olunması”.
[10] Gökçen, a.g.e,
s.14
[11] Taner Tahire göre, “ 1267
tarihli kanunun günden güne artan ihtiyaçları tatminden çok uzak olması, kısas
ve diyet gibi ser’İ müeyyidelerin şahsi hak kabilinden olup suçun fertten
ziyade toplumu ilgilendiren bir hadise olduğunun daha iyi anlaşılması; ilmi esaslarla
müstenit, iniscamlı hükümleri havi ve diğer memleketlerde olduğu gibi, asrın
ceza hukuku prensiplerini cami yeni bir ceza kanununun tanzimi zaruri kılmış ve
1274 tarihli kanun bu lüzüm ve zaruret dolayısıyla neşredilmiştir ”, bkz. Gökçen,
s.14
[13] Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Çev.
Server Tanilli, İstanbul, Cem Yayınevi, 1995, s.81
[14] Ahmet Akgündüz, İslam ve Osmanlı Hukuku Küliyatı-Kamu
hukuku, 1.c, İstanbul, İmak
Yayınevi, 2011, s.542
[15] Gökçen, a.g.e, s.26
[16] Mehmet Emin Artuk, Ahmet
Gökçen, Caner Yenidünya, 2.bs, Ankara, Turhan Kitabevi, 2006, s.115
[17] Taner Tahir, Tanzimat, İstanbul, Maarif Matbaası,
1940, s.231
[18] Mustafa Şentop, Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Hukuku,
İstanbul.y.y, 2004,s.37
[19] Akgündüz, a.g.e, s.542
[20] Timur Demirbaş, a.g.e, s.94
[21] Centel ve. Diğerleri, a.g.e, s.34
[22] Veli Özer Özbek ve
diğerleri, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2010, s.99-100
[23] Sülhi Dönemezer, Sahir
Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku,
1.c, İstanbul, Sulhi Garan Matbaası, 1973,s.131
[24] Mehmet Emin Artuk, Ahmet
Gökçen, Caner Yenidünya, 2.bs, Ankara, Turhan Kitabevi, 2006, s.114
[25] Tahir, a.g.e, s.230-231
[26] Islahat Fermanına
dayanan 27 Zilhicce 1274 tarihli Ceza Kanununame-i Hümayunu, 1810 tarihli
Fransız Ceza Kanununun hemen aynen tercüme etmek suretiyle vücuda
getirilmiştir. ( Mehmet Emins.110), Zira bugün de hakim olan bir hukuk
anlayışına göre kaleme alınan 1810 Fransız Ceza Kanununun bir tercümesi
olup…(Veli Özer, 99-100)
[27] Ahmet Akgündüz, 1274/1858
Tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesinin Hukuki Kaynakları, Tatbik Şekli ve Men’-i
İrtikab Kanunnamesi, Belleten, C.51,
sy.199, sh.157-158
[28] Akgündüz, a.g.e, s.156
[30] Mazbatada
aynen şöyle denmektedir: ‘Emniyet-i can ü mal ve muhafaza-i ırz ve namus
maddeleri ehemm-i mehamm-ı mülkiyeden olmasıyla, bu maddeler ve bazı
müteferriat-ı lazimesi bazı vükela kavilleriyle bir müddettenberi müzakere
kılınmakta olunduğundan cem’-i ukul ve tertib-i bend ve füsul ile bu bada kaleme
alınan Ceza Kanunnamesi işbu Pazar günü akd olunan Meclis-i Umumide kıraat ve
mütalaa olundukta, hav, olduğu bilcümle medlul ve ifadesi şer’ ve akla mufafık
ve niyat-ı hasene-i şahaneleri netayic-i hayriyesinden olan usul-i adalete
mutabol olduğundan…’
[31] Ahmet Akgündüz, a.g.e, s.542
[32] 1858
tarihli Ceza Kanunnamesinin mazbatasında kanun tasarısı halindeyken bastırılan
nüshalardan bir nüsha da ‘alai-ecli’t-tetkik(tetkik için) icabeden zevat-i
fihamhazeratına birer nüshası da gönderildiği sırada taraf-ı meşihatpenahiye
dahi gönderilmiş idi. Taraf-ı Hazret-i müşarünileyhden derci tensip buyurulan
birkaç mesele-i mühimme müteallıkolduğu maddelere ilave ve zam olunmuştur.
[33] Cevdet Paşa, Ceza
Kanunname-i Humayunun ilk hazırlanan metninde hükümdar hakkında süikasd edenler
için idam cezası tertip edildiğini, ancak müzakereler sırasında, padişah
hakkında süikasdın kimsenin aklına gelmemesi gerektiği, bu sebeple kanunda
böyle bir meselenin ilanının doğru olmayacağını ileri sürülmesi üzerine bu
konudaki maddenin metinden çıkartıldığını anlatırken, Avrupa kanunlarında ise
böyle bir düzenlemenin bulunduğunu söyler. Bkz. Ebul’ula Mardin, Medeni Hukuk
Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul, 1946, sh.45-46
[34] Şentop, a.g.e, s.90
[35] E-akademi.org/makaleler/gayretli.-2.pdf
[36] Şentop, a.g.e, s.90
[37] Gökçen, a.g.e, s.30
[38] Halil Cin, Ahmet Akgündüz, Türk
İslam Hukuk Tarihi, 1.c, İstanbul, Timaş Yayınlarıı, 1990, s.346-347
[39] Gökçen. A.g.e. s.30
[40] Şentop, a.g.e. s.91-92
[41] Ahmet Gökçen, Belgede
Sahteçilik Suçları, 2.bs, Ankara, Turhan Kitapevi, 2010, s.16
[42] Gökçen Alpkaya, Osmanlı Hukuk Reformu ve Kişi Özgürlükleri, Teşkilat, editör. Güler Eren, Ankara,
Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.174
[43] Recep Gülşen, Hürriyeti Tahdit
Suçları, Ankara, Adalet Yayınevi, 2002, s.31
[44] Artuk ve diğerleri, a.g.e,
s.367
[45] İsmail Acar, Osmanlıda Zina Suçu ve Cezası, Türkler, 10.c, editör. Hasan Celal, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları,
2002, s. 87
[46] Bab-i Sani Üçüncü Fasıl
m.197. ‘ Her kim on bir yaşından aşağı bir
çocuğa fiil-i şeni icra eyler ise, 6 aydan ekal olmamak üzere muvakkaten hapis
cezasıyla mücazat olunur’
m.’198. Bir adam bir kimseye cebren fiil-i
şeni icra eder, yani ırzına geçer ise muvakkaten küreğe konulur’. İsmail Acar, a.g.e. s.87
[47] İbrahim Halil Uğurlu, Hırsızlık
Suçu, Ankara, Adalet Yayınevi, 2010, s.46
[48] Uğurlu, a.g.e, s.49
[49] Alptekin Küçükince, Rüşvet Suçu,
Ankara, Adalet Yayınevi, 2010, s.42-43
[50] Selami Türabi, İrtikap Suçları,
Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2009, s.50.
[51] Serap Keskin Kiziroğlu, Konut
Dokunulmazlığının İhlali Suçu, Ankara, Adalet Yayınevi, 2010, s.5
[52] Kiziroğlu, a.g.e, s.6
[53] Timur Demirbaş, Türk Ceza
Hukukunda İşkence Suçu, Ankara, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları, 1992, s.17
[54] İlhan Üzülmez, Türk Ceza
Hukukunda İşkence Suçu, Ankara, Turhan Kitapevi, 2003, s.50
[55] Alpkaya, a.g.e, s.174
[57] Demirbaş, a.g.e, s.34
[58] ‘ Her kim bilerek ve
isteyerek ve kadının rızası olmaksızın, uygun araçlar kullanarak veya vurma,
dövme ya da başka türlü haraketlerle kadının çoçuğunu düşürtüğünde, üç yıldan
on yıla kadar çalışma cezasına mahkum edilecektir. Şayet bu fiil kadının
ölümüne neden olduğunda on beş yıldan az olmamak üzere çalışma cezasına
hükmolunmaktadır. Erdener Yurtcan, Türk Hukukunda Kürtaj ve Uygulaması, İstanbul,
Kazancı Yayınları, 1990, s.32
[59] ‘Bila istisna Devlet-i
Aliyye aleyhine ikaz-ı fitneye cesaret ve katl-i nefse cür’et misillü bir
haraket-i sarihasi vuku bulup da şer’an ve kanunen ve alenen ve tahkikat-ı
lazime ve tetkikat-ı muktaziye ile kıraren ve miraren davası görülerek
bila-garaz cünhası ba’de’s-sübut hükum terettüp etmeksizin hafi- ve celi ve
katilen ve tesminen ve gerek her türlü suver-i mümkine ile hiç kimsenin canına
kasdolunmamasına tarf-ı eşref-i hazret-i şahaneden ahd ü misak buyurulmuş olduğundan’
[60] Mehmet Akman, Önceki
Hukukumuzda İsyan Suçu, Hukuku
Araştırmaları Dergisi, İstanbul, Marmara Universitesi Fakültesi Yayınları,
1995, cilt 9, sayı 1-3, s,220-221
[61] Ayhan Önder, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 3.bs,
İstanbul, Beta Yayınievi, 1994. S.430
[62] Sahir Erman, Hakaret ve Sövme Suçları, 2.bs,
İstanbul, Döner Sermaye İşletmeleri Yayınları, 1985, s.17
[63] İbrahim
Duran, Osmanlı Hukukunun Yapısı Üzerine Bir Etüd, A.Ü,Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C.III, S.I, s.230
[64] Gökçen, a.g.e, s.31
[65] Mustafa Şentop, a.g.e, s.92
[69] Mustafa Avcı, Osmanlı
Hukukunda Para Cezaları, Türkler, ed
.Hasan Güzel,C.10, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.98
[70] Gökçen, a.g.e, s.51
[71] Gökçen, a.g.e, s.43
[72] Hakan Yavuz, Denetimli
Serbestliğin Türk Ceza Adalet Sistemindeki Tarihsel Gelişim Süreci, TBB Dergisi,2012, S.100, s.321
[73] Alpkaya, a.g.e, s. 169
[75] Hakan Yavuz, a.g.e., s321
[76] Ahmet,a.g.e, s.51
[77] Gökçen,a.g.e, s.60
Yorumlar
Yorum Gönder